27 Temmuz 2013 Cumartesi

''huzur'' olunca

Temmuz ortaları gibiydi..Bir yurtdışı seyahatimizi geride bırakmıştık,diğeriyse 10-15 gün içindeydi.

Yurtdışı diyip geçmemek lazım.Bir de uzun minimum 10 günlük geziler olunca epey bir yoruluyor insan haliyle.

Bir de gidilen rotalar baştan sona Balkanları ve Özbekistan'ın  birbirinden değerli 3 tarihi şehrini içerince , arada küçük bir dinlenmeye ihtiyaç duyuluyor.Ama Balkanlar gezimizden ve Özbekistan (Semerkant-Taşkent-Buhara) maceramdan sonraki postlarımda bahsedeceğim.

Şimdi , yaz bitmeden , her yönüyle yaz kokan küçük kaçamağımdan bahsedeceğim.

Kod adı : Dalyan 

Çok ani bir kararla,İstanbul'da yapacağımız dinlenmeyi neden Dalyan gibi bir cennet bahçesinde yapmıyoruz diye düşündük.

Ve biletlerimizi ayırtmamızla,uçağa atlayıp kendimizi Dalyan'da bulmamız bir oldu.

Zaten uçuş maksimum 55 dakika sürdüğünden pek şehir ve bölge değiştirmiş gibi hissetmiyorduk haavaalanına inene kadar.

Havaalanına inene kadar diyorum çünkü; Dalaman Havaalanı tam bir tatil köyü. 
Hani Akdeniz'de olur ya kocaman tatil köyleri,büyük büyük sütunlar vardır ortalarında ve onların içinde de tropik ağaçlar,bahçeler..

İşte tam böyleydi indiğimiz yer.

Zaten bir tatilköyü kokusu vardır. Ya da nasıl deseeemm...Bir yaz kokusu hani..Deniz,tuz,güneş,kum ve güneş kremiyle harmanlanmış şeker gibi bi koku. Ne zaman ülkemin tatil beldelerine  -denize girmelik yerlerine yani- gitsem istisnasız hep bu kokuyu duyarım.

İşte yine aynı hissi yaşadım. Ve dedim : 'tamam,bitmiştir;gerçek tatil bu işte ! '

Dalaman-Dalyan arası 45 dakika kadar sürüyor.

Şoförümüz bizi otele götürürken biz de etrafı şapşal şapşal izlemekle meşguldük.

Gören de Amerika'ya gelmişiz,13 saat yol çekmişiz de jetlag olmuşuz sanır...
Halbuki bizim şapşallığımız; İstanbul'un yoğun,yorucu (her ne kadar 'yaz tatili' içinde olsak bile şehrimizin temposu non-stop devam ediyor ve bizi de içine sürüklemeye devam ediyor tabii ki.) gündeminden çıkıp bir anda kendimizi adeta hayatın durduğu , şehirlerin değil kasabaların-köylerin sözünün geçtiği bol yeşillikli,dağlık bir doğa harikasının içinde bulduk.

Şaşkına dönmemiz normal yani.

Ve ardından 'Welcome to Dalyan' tabelamız. Hoşbulduuuuuuuuuuk.

Peki Dalyan  neresi ? 


Coğrafya kitaplarında hiçbirimizin hoşuna gitmeyen o samimiyetsiz tanımlar gibi olacak biraz ama tanıtmak için bunu yapmalıyım ...( özür dileyerek ! )

Nam-ı değer Dalyan'ınımız Köyceğiz Gölü ile Akdeniz'i birleştiren ana kanal üzerinde bulunur;ve Muğla'nın Ortaca ilçesine bağlı bir beldedir.

Adından da anlaşıldığı üzere geçmişte Dalyan'ın en önemli gelir kaynağı balıkçılıkmış. Şimdilerde ise turizm onu sollamış durumda. İkinci sırada ise pamukçuluk geliyor.

8.000 dolaylarındaki ufak nüfusu ile , birçok popüler turizm noktasına oldukça yakın olduğu halde kendisi turistik açıdan o kadar da popüler değildir henüz.

Bunu el değmemiş doğası ve sakinlik içinde sürüp giden Dalyanlıların yaşam tarzıyla bağdaştırmak mümkün.

Dalyan'ı bilen yine bilir. Ama gidenler ya yabancılardır ( hepimiz biliyoruz ki Avrupalılar yeni ve -bilinmedik- yerleri keşfetmeye bayılır ve daha bizlerin bilmediği yerlere gidip keşifler yaparlar ; ki ben onların bu yanına tek kelimeyle bayılıyorum) Zaten yabancılar öyle yoğunlukta ki,artık Dalyan'ın nüfusunun %30 kadarı yaz kış orada yaşayan yabancılar.Yabancılar diyorum ama çoğunlukla Alman ve İspanyolları burada görmek mümkün. Otelimize doğru yolculuk yaparken (saat daha 08.00-09.00 suları) Dalyan Çarşı'da koşuya çıkmış bir grup turisti görünce de hayli şaşırdık ve şoföre sorduğumuzda kendisi de burada turistlerin çok yoğunlukta olduğunu hatta bir çoğunun burda yazlık evlerinin olduğunu , bazılarınınsa yaz kış burada yaşadığını söyledi.
 Sadece yazları gelip hostel/pansiyon tarzı basit mekanlarda konaklayıp,doğayı inceleyen biyologların ve doğaseverlerin sayısı da azımsanacak miktarda değil açıkçası.

Bütün bunları işittikten sonra ülkemizdeki güzelliklerin maalesef hala farkına varamamış olmanın ve farkında olduğumuz yerlerin de 'kıymetini bilememenin' burukluğu altında insanın kendini kötü hissetmemesi elde değil.
Bunca güzellik bizlerin elinde ; ama kıymetini bilemiyoruz,değerlendiremiyoruz maalesef.

Gençlerimiz desek. Bütün gençlik daha anne karnında sözleşmiş gibi her fırsatta Bodrum ve Çeşme'ye kaçıyor. İşin acı tarafı da kendileri için; ne bileyim denize girmek ,tatil yapmak,dinlenmek için değil. Yaşdaşlarına hava atmak , ortalıkta süzüm süzüm süzülmek , fönlü saçlarla -denize girmeyip- ''beach''lerde salım salım salınmak için. İşte bu beni çok üzüyor. 

Büyüklerimiz desek; zaten hepsi aynı cevabı verecek ''işimiz başımızdan aşkın'' . E peki kim bu doğamızın,miraslarımızın kıymetini bilecek,koruyacak ve en önemlisi kollayacak..? 

Alman doğa bilimcileri mi?

Sanırım bu gidişle öyle olacak.

Neyse,bu meselelere girince çıkış yolunu bulmak zorlaşıyor.Düşüncelerimin beynimde yarattığı labirentten çıkmak daha da zorlaşıyor . O yüzden en iyisi biz konumuza geri dönelim.

Dalyanımıza..

Otele geldik sonunda.

Ön cepheye bir çıkıyoruz ki ne görelim ! 

Tam karşımızda kartpostallardan fırlamış gibi duran nefes kesici bir manzara .

Gözlerimizin önünde tüm endamıyla , Likya Kaya Mezarlıkları.





                                                                                   

                                                    (Gece çekimim ; Likya Kaya Mezarlıkları)

Zaten Dalyan diyince akla gelen 1.madde Kaya Mezarlıkları'dır. 2. sıradaysa Antik Tiyatro gelir.

Elbette antik tiyatro da çok önemli ve görülmesi gereken bir yer;ancak sırf Ege Bölgesi'ndeki antik tiyatro sayısını sorsanız; eminim onlarca çıkar.

Fakat Kaya Mezarlıkları'nın ; bırakın Türkiye'yi , dünyada bir eşi benzeri yok.

Böyle bir tarih ve gizem inanın bana kolay kolay bulunmaz.

Haliyle biz daha odalarımıza yerleşmeden otelin manzaraya bakan restoranında türk kahvemizi yudumlarken, kıpırdamadan uzun bir süre manzarayı izledik.

Çünkü sizi içine çekiyor ; sanki sizi çağırıyor gibi.

Hele geceleri bir ışıklandırılıyor ki sormayın !

Benim dilim dahasına dönmüyor. En iyisi siz çok geç kalmadan gidin bir görün şu Kaya Mezarları'nı.

Şansımıza , otel tam onların karşısında olduğunda her şeyiyle izleyebilme şansına eriştik.
İlginç bir şey daha var ki;sadece Kaya Mezarları'nın, arkalarında yükselen dağların ve ormanlık alanların haricinde bir de küçük bir köy var karşı koyda.

Yani 'orada nasıl yaşıyorlar?' diye dehşete düşmek  için Mezarılık'ları görmeye gerek yok. 

İşte Dalyan bir de zaman zaman böyle şaşırtıp hayrete düşürüyor insanı.


Gelelim İztuzu Plajı'na.

Dünya'nın en iyi 25 plajı arasında gösterilen İztuzu,kaldığımız otelden bindiğimiz tekneyle tam olarak 40-45 dakika sürdü. İztuzu'na giderken öncelikle Kaya Mezarlıklarını arkanızda bırakıyorsunuz;ardından Dalyan'dan sanki tamamen uzaklaşmışsınız gibi ayrı bir 'koylar ülkesi'ne giriyorsunuz . Sazlıkların arasından nazlı nazlı süzülen balıkçı sandallarını selamlayıp,bataklık görünümündeki nehirlere göz kırparak sonunda İztuzu giriş kapısına geliyorsunuz. Evet , evet . Yanlış duymadınız. İztuzu'na girmeden tekneyle bir deniz otoparkından giriyorsunuz ve kapıdaki güvenliklere görünüyorsunuz şöyle bi.

Dediğim gibi, Dalyan bizi şaşırtmaya devam ediyor...Bu arada bahsetmeyi unuttuğum çok önemli bir deta var.
Detayımızın adı : caretta carettta . 

Evet, Dalyan caretta caretta'ların yuvası,yaşam alanı,her şeyi. 

Yerli halk onları korumak ve nesillerinin tükenmemesini sağlamak için ellerinden gelenin fazlasını yapıyor.

Onlarca koruma derneği,doğaseverler kuruluşları ve kulüpler var.

Öyle olunca da, akşam yemeğinizi yediğiniz deniz kenarındaki bir restoranda şarabınızı yudumlarken yanınızda 'buluppp' diye bir ses duyduğunuzda ürkmeyin.Muhtemelen o bir caretta caretta'dır ve hal hatır söylemek için uğramıştır :)
Aynı durum siz kahvaltınızı yaparken de gerçekleşebilir yanlış anlaşılmasın yani. Caretta Caretta'lar sizi her an her yerde yakalayabilir , dikkat !


                                                                Say hello to him ! 

İztuzu'na dönersek.
İztuzu , belirttiğim gibi dünyanın en iyi 25 plajı listesine girmiş olmakla beraber ; 44 ülkede faaliyet yürüten FEE'nin (Uluslararası Çevre Eğitim Vakfı) belli kriterlere sahip plaj ve marinalara verdiği blue flag yani mavi bayrak ödülüne de sahip.

İztuzu'na ayak bastığınız andan itibaren zaten her anlamda -önceki gördüklerinizden- farklı bir yerde olduğunuzu anlayacaksınız. 15 km'lik sahili ve kendine ait devasa koyu ile akıllara durgunluk vermekle birlikte bembeyaz ve dümdüz kumuyla da denize girmeyi her yönüyle bir zevk haline getiriyor. Yani çakıl taşıymış,derin denizmiş...İztuzu'nda olması mümkün değil bu saydıklarımın...Yalnız tek bir problem var deniz biraz dalgalı..Ya da bizim gittiğimiz tarihlere mahsus da öyle olabilir tam bilemiyorum onu..Ama ben yine de giderseniz denizde çok açılmamanızı tavsiye ederim. Bana kalsa zaten ben hiçbir yerde çok açılmamayı tercih ederim.Ne olur ne olmaz , her gün haberlerde neler duyuyoruz değil mi? Kahramanlık yapmanın alemi yok :)

İztuzu bizi kendine öyle bir bağlamış olmalı ki ilk günümüzü tamamen orda geçirdik.Açılışı da kapanışı da biz yaptık.Evet,biraz abartmış olduğumuzun ben de farkındayım ama ''deniz'' diyince orda bir durun bakalım !




Böylece ilk günümüze İztuzu'yla başlayıp yine İztuzu'yla bitirdik.
Akşam da yine kaya mezarlarını ve büyüleyici ışıklandırmalarını doya doya izleyebileceğimiz bir balıkçı bulduk.Bulduk ve tabii bırakmadık.
Ne yalan söyliyim akşamları daha da bir etkileyici oluyor Kaya Mezarları...
Bir gurme olduğum söylenemez ama ağzının tadını iyi bilen biri olarak Dalyan'ın balık ve mezelerine 10 üzerinden 9.5 verebilirim. Özellikle mavi yengeç hem Dalyan'a özgü , hem de çok lezzetli.
0.5 puanı nerden kırdığımı soracak olursanız; bir balık ve meze uzmanı olarak ahtapot salatasını başarısız buldum . Her gittiğim balıkçı restoranında ahtapot salatasının tadına bakmazsam olmaz ve artık haliyle bir uzmanlaştığım ana dal haline geldi denilebilir :) Sonuç olarak Dalyan'lı balıkçılara verebileceğim tek tavsiye ahtapot salatalarına dikkat etsinler ! :)


Mavi Yengeç Salatası 



İkinci gün sabahında caretta carettalarımızın çıkardıkları ''bulupp gulukk'' sesleri eşliğinde kahvaltımızın tadını çıkarırken bir yandan da önceki gün çektiğimiz manzara fotoğraflarına bakarken birden aklımıza yepyeni bir fikir geldi. Araba kiralayıp neden etraftaki diğer beldeleri  şöyle bir kolaçan etmiyorduk?


 Bunun üzerine atladık arabaya , çıktık yolumuza. Henüz nereye gittiğimizi bilmiyorduk , tek problem buydu. Ama bunu bir problem olarak görmektense macera haline getirmeyi tercih ettik ve sora sora ; mola vere vere kendimizi Sarıgerme'de bulduk.

Sarıgerme, Dalyan'a 1-1.5 saat uzaklıkta bir belde. Ve meşhur Sarıgerme Plajı'na da ev sahipliği yapıyor.
Sarıgerme Plajı , Türkiye'de Blue Flag almaya hak kazanan ikinci popüler plaj. 

Ancak arabayla gidilmiyor. Sarıgerme'deki tek ve plaja da bağlı olan otoparka arabanızı bırakmanız ve oradan 'çekçek' adı verilen yazlık araçla plaja gitmeniz lazım. Plajın kuralları böyle gerektiriyor. 

Üstü açık Çekçek'imize bindiğimizde bir de ne görelim .. Bir İngiliz kabilesi...Arada da Almanlar .. ''Yahu arkadaş daha biz tesadüfen öğrendik bunlar nasıl hemencecik öğreniyor buraları? Akıl karı değil vallahi'' Evet yol süresince aramızda konuştuklarımızın kısaca özeti buydu. Ve tabi kendi kendimize kızmak...''Nasıl daha önce bilemedik,öğrenemedik,ayıp vallahi..'' falan. 

Sarıgerme Plajı'nda , İztuzu'ndaki kadar 'wild nature'  atmosferi yok. Yani yine apayrı,gözlerden ırak bir koy söz konusu elbette ki. Hatta arkasında kocaman da bir ormanı var. Ama daha bir insan eli değmiş gibi .. Özel su sporlarıne ayrılmış bölüm olsun,yeme-içme bölümleri olsun,büyük bir tesis. Çocuk parkından,hayvanat bahçesine kadar her şey mevcut. 

Bu noktada belirtmem gereken bir diğer şey de , plajın içindeki doğanın(orman , hayvanat bahçeleri vs.) Sarıgerme Doğaseverler Derneği tarafından korunduğu. Çok özenli ve disiplinli bir çalışma yapılmış,her halinden belli plajın. 

Sahilse..yine bembeyaz,dupduru ve dümdüz :)




                                                         


Ancak ikinci günümüzü de tamamen plajda geçirmek istemedik. Denize karşı iradeli davranıp Dalyan'ımıza geri döndük ve akşamüstü Dalyan Çarşı'sının tadını çıkardık.

Dalyan Çarşısı tam bir Bodrum'du benim için. Özellikle uzun yıllar Yalıkavak'ta kaldığım için Yalıkavak Çarşı'sının resmi hala aklımdadır. Ve inanın Dalyan Çarşısı tam bir Yalıkavak Çarşısı olmuş. Restoran ve barların dizilimi olsun,hediyelikçilerin havası,atmosfer,turistleri bile bu kadar mı benzer ?! Şaştık kaldık . 


                                                           

Ama özellikle durgun saatler olan 7-8 sonrası çarşı oldukça hareketleniyor. Barlara en çok kar ettirenler se İngiliz gençleri . Yine çarşıyla ilgili bir diğer enteresan  şey , bütün balıkçı restoranlarının Kaya Mezarlıkları'na dönük olup hepsinde aynı mükemmel manzaranın olması. 5 bina arkadaki restorandan da , 12 bina öndekinden de Kaya Mezarları aynı noktadaymış gibi görünüyor. Bir çeşit yanıltmaca mı var anlayamadım ama bu tarihi güzelliklerle ilgili bir gizem var çözemediğimiz. Bu kesin.


Üçüncü günümüzde ise; artık son günümüz,gidiyoruz diye midir nedir , tam anlamıyla bir enerji patlaması yaşadık ve sabahın erken saatlerinde Dalyan'dan çıkıp yine arabayla keşiflere daldık..


Tamamen tesadüfler zinciri olan arayışımızın sonunda yerli halktan aldığımız bikaç tüyo ve tavsiye sayesinde rotamız Gökova - Akyaka'yı gösterdi.

Gökova ve Akyaka aslında aynı , yani araları 5 dakika bile sürmüyordur. Ancak burası Dalyan'dan da farklı olarak tam anlamıyla bir cennet. Dalyan çok güzeldi evet,ama Gökova ve Akyaka bizim aklımızı fena çeldi. Öyle fena çeldi ki,seneye yine bir kaçamak yapacak olursak düşünmeden burada yerimizi ayırtacağız. 

Gökova ile Akyaka'nın tam birleştiği noktada ( bilenler için Çınar Beach'e gelmeden;yol ayrımından aşağı sahile doğru inildiğinde ) deniz kıyısında bir alan var ki ...akıllara zarar...Sadece 4 otel var ve hepsi önlerinde kendi denize girme alanlarını kurmuş .. Ama o kadar güzel ve  huzurlu ki insanın aklı kalıyor gerçekten... Şanssızlık,burayı tam Dalyan'a dönüş için hazırlıklara başlamak üzere giderken yolumuzun üzerinde keşfettik. Ancak gelecek yıl için gerekli adres ve telefonları tabii ki aldık :)



                                                  

Çınar Beach'ten bahsetmişken: Çınar Beach o tarafların en meşhur sahiliymiş. Hem gençlerin boy gösterme mekanı hem de denizin en güzel olduğu yerlerden biri. Ancak İztuzu ,Sarıgerme ve Dalyan'ın genelinde yaygın olan taşsız ve düz kumsalı mumla ararsanız bulursunuz belki :) Üstüne üstlük oldukça dalgalı. Öyle ki denize giren uzun bir süre çıkmıyor . Çünkü çıkamıyor. Dalgalarla savaşmaktan :) Akıntı da var. Tehlike için birebir yani :) Açılmayın uyarısını yapmıyorum bile !


Bu arada son gün süprizi olarak -ve tabii ki yine tesadüfen - uzun süredir duyduğumuz ''Yuvarlak Çay'' beldesine de gittik.



                                                                        

 ''Yuvarlak Çay mı , o da ne ?'' diyenlere :

İçtiğimiz maden sularını düşünelim.Nereden geldiklerini. Doğal,maden,su,dağlar. Fantastic 4'umuz böyle.

İşte Yuvarlak Çay da , dağlardan gelen bu suyun çıktığı ve denize döküldüğü o mucizevi yer. 

Yalnız tam çıkış noktası dağların içinde olduğu için oraya gitmek oldukça zor. Yanımızda dağcılık kıyafetlerimiz olmadığından pek başarılı bir operasyon olmazdı eğer o ''çay''ı bulmaya çalışsaydık.
Sonuç olarak biz denize döküldüğü yerden girdik. Tüm turistlerin akın ettiği,herkesin merak içinde gelmeyi beklediği yerden. Yeşil Vadi deniliyor o bölgeye. Haliyle işten kar çıkarmak isteyen birçok restoran da var etrafta.

Sıcağın bunaltısıyla ve saatlerdir yol yapmanın verdiği baygınlıkla gelir gelmez hemen suya yöneldik. Ancak suya yöneldiğimizle kaldık. SOĞUK , ÇOK SOĞUK ! Evet arkadaşlar,suyun soğukluğuna getirecek sıfat ve abartı tasviri bulamıyorum . Mümkün değil. Oraya gidene kadar Türkiye'de kimsenin böyle soğuk bir suya girmiş olabileceğini sanmıyorum . Yaz olmasının hiç önemi yok. Çünkü bu deniz değil. Üstelik bildiğimiz dağdan geliyor yahu !

Haliyle suya girmek konusunda biraz tereddüte düştük. Ama baktık turistler cup cup dalıyor (her ne kadar sonra inilti ve bağrış çağrışlar içinde kendilerini sudan nasıl dışarı attıklarını bilemeseler de ) . ''En fazla donarız canım?!'' diyip,sırayla girdik bütün gözükaralığımızla. Ancak hiç abartmadan söyleyebilirim ki bu suya dayanma süresi en fazla iki dakika , maksimum 3 dakika olabilir.Yaş,cinsiyet hiç bir kriteri yok bunun. (beyler, ''baklava''larınızın da önemi yok kusura bakmayın :) ) Kısaca insan olmak yetiyor ''hıhıhıııııııııııkkk'' seviyesine gelmek için :)

Ama yine de o iki dakika vücudunuza öyle bir dinçlik kazandırıyor ki gerçekten değer.Tam not verdim yani. Zaten önceki gözlemlerimle + bu seyahatte de tam anlamıyla yaşayarak kendime gelecekteki seyahat rotalarımı seçerken en önemli kriteri belirledim. '' İngiliz neredeyse,oraya GO ! '' 

They know it , for sure . 

Diyebilirim yani.


Bu arada unutmadan son zamanlarda şirin Yuvarlak Çay'ımızın bir problemi var . Yuvarlak Çay üzerine kurulması düşünülen hidro-elektrik santral fikri ortalıkta dolaşıyor. Bu da Yuvarlakçay'ı Koruma Platformu adı altında yerli halkı ve tüm doğaseverleri bünyesinde birleştirdi ve bu yönde etkinlikler düzenliyorlar. Mottoları da ''Yuvarlakçay Geçilmez ! '' Onlara yardımcı olmak için oranın yerlisi olmak şart değil. 

Detaylı bilgi için :




İztuzu,Sarıgerme,Gökova,Akyaka,Yuvarlakçay..... Tam hayalimizdeki 'resting' imajını gerçekleştirebildiğimiz doğayla iç içe , huzurlu bir tatildi bu kaçamak.Dalyan her şeyiyle bizi çok güzel ağırladı :) 

Üsteliiik gelecek yıl planımız konusunda da kesinlikle pozitifiz.

Sizleri de bekleriz :)












Hiç yorum yok:

Yorum Gönder